My first son was named after my uncle.
İlk oğluma amcamın ismi verildi.
My son came to see me from time to time.
Ara sıra oğlum beni ziyarete geliyordu.
I paid my son 5 dollars to wash my car.
Arabamı yıkadığı için oğluma beş dolar ödedim.
I am ashamed of my son having done so.
Öyle yaptığı için oğlumdan utanıyorum.
He encouraged his son to do something great.
Büyük bir şey yapmak için oğlunu teşvik etti.
The president's son leads the special forces.
Başkanın oğlu özel kuvvetlere başkanlık ediyor.
I want to bring up my son as my father did me.
Babamın beni yetiştirdiği gibi oğlumu yetiştirmek istiyorum.
Mr. Brown made his son learn Chinese.
Bay Brown oğluna Çince öğrettirdi.
Mr. Young wishes his son would study harder.
Bay Young oğlunun daha çok çalışmasını diliyor.
My son who is in the fifth grade has transferred from Shizuoka to an elementary school in Nagoya.
Beşinci sınıfta olan oğlum Shizuoka'dan Nagoya'daki bir ilkokula transfer oldu.
I'll get my son to go instead of going myself.
Ben kendim gitmek yerine oğlumu göndereceğim.
I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.
Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da.
It's my dream to have a son who'll take over my business when I retire.
Benim hayalim ben emekli olduğumda işimi devralacak bir erkek evlada sahip olmaktır.
My son is small for his age.
Benim oğlum yaşına göre küçük.
A father and son represent two generations.
Bir baba ve oğul iki kuşağı temsil eder.
He sent his son out to get the newspaper.
Bir gazete alması için oğlunu dışarı gönderdi.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
In the course of a year my son grew stronger.
Bir yıl boyunca oğlum daha da güçlendi.
We call his son Jimmy.
Biz onun oğluna Jimmy diyoruz.
I'm taking my son to the zoo this afternoon.
Bu öğleden sonra oğlumu hayvanat bahçesine götürüyorum.
I am taking my son to the zoo this afternoon.
Bu öğleden sonra oğlumu hayvanat bahçesine götüreceğim.
The doctor can cure your son of the disease.
Doktor oğlunun hastalığını tedavi edebilir.
When he retired, his son took over his business.
Emekli olduğunda onun işini oğlu devraldı.
The eldest son succeeded to all the property.
En büyük oğlan bütün mülkiyetin varisi oldu.
My elder son is Lech ZarÄba.
En büyük oğlum Lech Zaręba'dır.
His youngest son is five years old.
En genç oğlu beş yaşında.
My grandson is the son of my son.
Erkek torunum, oğlumun oğludur.
She scolded her son for being out until late.
Geç saatlere kadar dışarıda olduğu için oğlunu azarladı.
He explained his plan both to my son and to me.
Hem oğluma hem de bana planını açıkladı.
Nothing gave her greater pleasure than to watch her son growing up.
Hiçbir şey ona oğlunun büyüdüğünü görmekten daha büyük bir zevk vermedi.
In christianity Jesus is belived to be the son of God.
Hristiyanlıkta İsa'nın, Tanrı'nın oğlu olduğuna inanılır.
When John retired, his son took over his business.
John emekli olduğunda, oğlu onun işini devraldı.
My sister's son Jimmy is my favorite nephew.
Kızkardeşim oğlu Jimmy benim favori yeğenimdir.
My little son can drive a car.
Küçük oğlum araba sürebiliyor.
He named his son John after his own father.
Kendi babasının anısına hürmeten oğluna John adını verdi.
My neighbor's son was killed by a drunk driver.
Komşumun oğlu sarhoş bir sürücü tarafından öldürüldü.
He settled part of his estate on his son Robert.
Mal varlığınının bir kısmını oğlu Robert'a bıraktı.
He left part of his estate to his son Robert.
Mal varlığınının bir kısmını oğlu Robert'a bıraktı.
Mary asked her son to behave himself.
Mary oğlundan terbiyesini takınmasını istedi.
Mary urged her son to take an umbrella.
Mary oğlunun bir şemsiye alması için ısrar etti.
He explained to my son why it rains.
Niçin yağmur yağdığını oğluma açıkladı.
She abandoned her son to his fate.
O ,oğlunu kaderine bıraktı.
He told his son an interesting story.
O oğluna ilginç bir hikaye anlattı.
He could not send his son to college because of poverty.
O yoksulluk nedeniyle oğlunu üniversiteye gönderemedi.
He is the only son that we have ever had.
O, şimdiye kadar sahip olduğumuz tek erkek evlat.
She's worried because she hasn't received a letter from her son for many months.
O, aylardır oğlundan bir mektup almadığı için endişeli.
She had her only son die.
O, biricik oğlunu öldürdü.
He encouraged his son to study harder.
O, daha çok çalışması için oğlunu teşvik etti.
He had his son die last year.
O, geçen yıl oğlunu öldürdü.
He likes to say that he is the son of people.
O, halk çocuğu olduğunu söylemekten hoşlanır.
She bought her son a camera.
O, oğluna bir kamera aldı.
He bought his son a camera.
O, oğluna bir kamera satın aldı.
She left her son a lot of money.
O, oğluna bir sürü hediye bıraktı.
He made his son a chair.
O, oğluna bir sandalye yaptı.
He left his son a fortune.
O, oğluna bir servet bıraktı.
She sent her son for a doctor.
O, oğluna doktor çağırttı.
He named his son James.
O, oğluna James adını verdi.
He taught his son how to swim.
O, oğluna yüzmeyi öğretti.
He built his son a new house.
O, oğluna yeni bir ev inşa etti.
She loves her son dearly.
O, oğlunu içtenlikle seviyor.
He wants to equip his son with a good education.
O, oğlunu iyi bir eğitim ile donatmak istiyor.
He made his son a wealthy man.
O, oğlunu varlıklı bir adam yaptı.
He was overjoyed to find out that his son had succeeded.
O, oğlunun başarılı olduğunu öğrendiği için çok mutlu oldu.
He died on the day his son arrived.
O, oğlunun geldiği gün öldü.
He pulled his son by the ear.
O, oğlunun kulağını çekti.
He shook his son by the shoulder.
O, oğlunun omuzunu salladı.
She lost her son in the war.
O, savaşta oğlunu kaybetti.
She writes to her son from time to time.
O, zaman zaman oğluna yazar.
His son is in college now.
Oğlu şu anda üniversitede.
His son became a great scientist.
Oğlu büyük bir bilim adamı oldu.
Her son is stationed in West Germany.
Oğlu Batı Almanyaya konuşlandı.
His son doesn't work at a bank.
Oğlu bir bankada çalışmıyor.
His son had been killed in a duel.
Oğlu bir düelloda öldürülmüştü.
Her son was killed in a traffic accident.
Oğlu bir trafik kazasında hayatını kaybetti.
His son took on the management of the factory.
Oğlu fabrikanın yönetimini devraldı.
Her son is sick.
Oğlu hasta.
His son fell over the cliff.
Oğlu kayalıkların üstüne düştü.
Her son was killed in the accident.
Oğlu kazada öldürüldü.
Her son is sure to succeed.
Oğlu kesinlikle başarılı olacak.
How did his son die?
Oğlu nasıl öldü?
His son was expelled from school.
Oğlu okuldan atıldı.
He named his son Robert after his own father.
Oğlu Robert'a kendi babasının adını verdi.
My son never eats his spinach.
Oğlum asla ıspanağını yemez.
My son is now as tall as I am.
Oğlum şimdi benim kadar uzun boylu.
My son is working hard on the field right now.
Oğlum şimdi tarlada sıkı çalışıyor.
My son can already count to one hundred.
Oğlum şimdiden yüze kadar sayabiliyor.
My son can count up to a hundred now.
Oğlum şu an yüze kadar sayabiliyor.
My son is taller than I am.
Oğlum benden daha uzun boylu.
My son is taller than me.
Oğlum benden daha uzun.
My son is going to be a teacher.
Oğlum bir öğretmen olacak.
My son wants to be a Lincoln.
Oğlum bir Lincoln olmak istiyor.
My son always gets sick when he rides a bus.
Oğlum bir otobüs sürdüğünde her zaman hastalanır.
My son can read a clock.
Oğlum bir saati okuyabilir.
