"Third wish?" The man was baffled. "How can it be a third wish if I haven't had a first and second wish?"
"Üçüncü dilek mi?" Adam şaşırdı. "Birinci ve ikinci dileği dilememişsem, o nasıl üçüncü dilek olabilir ki?"
The War of 1812 had begun.
1812 Savaşı başlamıştı.
In 1862, Congress had passed the Homestead Act.
1862'de Kongre Homstead Yasasını geçirmişti.
I would be bored if I had to count to five hundred twenty-four thousand three hundred seventy-two.
524.372'e kadar saymak zorunda kalsam, sıkılırım.
I had breakfast at 7:30.
7: 30'da Kahvaltı ettim.
I thought you had to get up by 7:30.
7:30'a kadar kalkmak zorunda olduğunu düşündüm.
I had my wallet stolen from my inner pocket.
İç cebimden cüzdanımı çaldırdım.
I think you've had too much to drink.
İçecek çok fazla şey aldığını düşünüyorum.
She had nothing else to drink.
İçecek başka bir şeyi yoktu.
We had no water to drink.
İçecek suyumuz yoktu.
You had better not wake me up when you come in.
İçeri geldiğin zaman beni uyandırmasan iyi olur.
I had to see someone on business.
İş için biriyle görüşmek zorunda kaldım.
The labor unions had been threatening the government with a general strike.
İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.
He put his tools away after he had finished.
İşi bitirdikten sonra aletleri yerine koydu.
After I had finished the job, I went to bed.
İşi bitirdikten sonra, yatmaya gittim.
I had to hurry the work.
İşi hızlandırmak zorunda kaldım.
He had difficulty in hearing and could not walk.
İşitme güçlüğü vardı ve yürüyemiyordu.
I had some trouble with the work.
İşle ilgili biraz sorunum var.
I had no idea things had gotten this bad.
İşlerin bu kadar kötüye gideceğine dair hiç bir fikrim yoktu.
His wife now had to take care of his grandfather, not to mention their two children.
İki çocuğu şöyle dursun, karısı şimdi onun büyük babasına bakmak zorundaydı.
Two men had their arms severed in Taiwan after a tug-of-war accident.
İki adam rekabet kazasından sonra Taiwan'da kollarını koparttılar.
The two men had much in common.
İki adamın ortak çok şeyi vardı.
Two major issues had to be settled.
İki büyük sorun halledilmeliydi.
The two premiers had nothing in common.
İki başbakanın ortak hiçbir şeyi yoktu.
We had a couple glasses of wine.
İki bardak şarabımız vardı.
I had to have two fillings.
İki dolgu almak zorundayım.
I had two cups of coffee.
İki fincan kahve içtim.
I have had to stay in bed for two days.
İki gün yatakta kalmak zorunda kaldım.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
The two men understood one another perfectly, and had a mutual respect for each other's strong qualities.
İki insan birbirlerini mükemmel şekilde anlıyorlardı, ve birbirlerinin güçlü niteliklerine karşılıklı saygıları vardı.
He married twice and had more than 20 children.
İki kez evlendi ve yirmiden fazla çocuğu oldu.
He had two or three rather competent assistants.
İki ya da üç tane oldukça yetenekli asistanı vardı.
He had his wife die two years ago.
İki yıl önce karısını öldürttü.
I had to choose between the two.
İkisi arasında seçim yapmak zorunda kaldım.
The two had been enemies for a long time.
İkisi uzun süre düşman.
The medicine had an immediate effect.
İlacın anında etkisi oldu.
The effect of the drug had worn off.
İlacın etkisi yavaş yavaş azalmıştı.
The medicine had no effect.
İlacın hiçbir etkisi yoktu.
It's time you had a dose of your medicine.
İlacından bir doz almanın zamanı geldi.
I had to pay 5 dollars in addition.
İlaveten 5 dolar ödemek zorunda kaldım.
We had some unfinished business to attend to.
İlgilenecek biraz bitirilmemiş işimiz vardı.
I understand you had an interesting day.
İlginç bir gün geçirdiğini anlıyorum.
At first each man had paid $10.
İlk başta her insan 10 ABD doları ödemişti.
For the first time, the Japanese Navy had been defeated.
İlk kez, Japon Deniz Kuvvetleri yenilmişti.
I haven't had so much fun since our first date.
İlk randevumuzdan beri çok fazla eğlenmedim.
I had wanted to catch the first train.
İlk trene binmek istemiştim.
I had my teacher correct my English composition.
İngilizce öğretmenime kompozisyonumu düzelttirdim.
You had to study English.
İngilizce eğitimi yapmak zorundaydın.
People had more money to spend on new goods.
İnsanların yeni mallara harcamak için daha fazla parası vardı.
The men had little to do except hunt for food.
İnsanların yiyecek için avlanmanın dışında yapacakları çok az şeyleri vardı.
We had to walk all the way to the station.
İstasyona kadar bütün yolu yürüdük.
When we got to the station, the train had already left.
İstasyona vardığımızda, tren çoktan gitmişti.
Arriving at the station, I found the train had already left.
İstasyona vardığımda, tren çoktan gitmişti.
The sky had become threatening before I got to the station.
İstasyona varmadan önce, gökyüzü tehditkar olmuştu.
I had great difficulty in finding my ticket at the station.
İstasyonda biletimi bulurken çok zorlandım.
I had to give Tom everything he asked for.
İstediği her şeyi Tom'a vermek zorunda kaldım.
I thought I had the right to fire anyone I wanted to.
İstediğim kişiyi işten atmakta haklı olduğumu düşündüm.
I haven't had time to look for what you wanted.
İstediğini arayacak zamanım yoktu.
I had to resign.
İstifa etmek zorunda kaldım.
I had to resign because I just didn't get along with the new boss.
İstifa etmek zorundaydım çünkü yeni patronla anlaşamadım.
We had a wonderful holiday in Sweden.
İsveç'te harika bir tatil yaptık.
We had a fantastic holiday in Sweden.
İsveç'te muhteşem bir tatil yaptık.
The fire had spread to the next building before the firemen came.
İtfaiye gelmeden yangın sonraki binaya yayıldı.
The firemen had the fire out in no time.
İtfaiyeciler yangını hemen söndürdüler.
I had a good teacher.
İyi bir öğretmenim vardı.
I had a good coach.
İyi bir antrenörüm vardı.
I had a good idea.
İyi bir fikrim vardı.
I've had a good life.
İyi bir hayat geçirdim.
I've had a good sleep.
İyi bir uyku aldım.
I had a good summer vacation.
İyi bir yaz tatili geçirdim.
We had good time, learning English.
İyi zaman geçirdik, İngilizce öğrendik.
We had a good time.
İyi zaman geçirdik.
The boy I saw searching through the garbage can said that he had not eaten anything for four days.
Çöp tenekesini incelediğini gördüğüm çocuk dört gündür bir şey yemediği söyledi.
I had to act quickly.
Çabuk hareket etmek zorunda kaldım.
He said he wouldn't go to the party because he had to study.
Çalışmak zorunda olduğu için partiye gidemediğini söyledi.
I had to work.
Çalışmak zorundaydım.
She wondered where she had lost her purse.
Çantasını nerede kaybettiğini merak etti.
He brought me coffee, when I had asked for tea.
Çay istediğimde, bana kahve getirdi.
The couple had a son.
Çiftin bir oğlu vardı.
Farm prices had fallen fifty-five percent.
Çiftlik fiyatları yüzde elli beş düştü.
I had never seen a panda until I went to China.
Çin'e gidene kadar hiç panda görmemiştim.
We had Tom paint the fence light green.
Çiti Tom'a açık yeşile boyattık.
I had the boy carry my bag.
Çocuğa çantamı taşıttım.
I had a hard time putting the kid to bed.
Çocuğu yatağa koyarken sıkıntı çektim.
The boy had a red face.
Çocuğun kırmızı bir yüzü vardı.
Tom put together one million dollars in unmarked, used bills as the kidnappers had told him to do.
Çocuk hırsızlarının ona yapmasını söyledikleri gibi Tom işaretlenmemiş, kullanılmış paralar halinde bir milyon dolar topladı.
The boy, upon seeing a butterfly, proceeded to run after it, provoking the anger of his mother, who had ordered him to stay quiet while she gossiped with the lady next door.
Çocuk kelebeği gördüğünde,onu kovalamaya girişti,bitişikteki bayanla sohbet ederken ona sessiz kalmasını söyleyen annesini kızdırdı.
The kids have had enough of your rules.
Çocuklar kurallarından gına geldi.
I had to look after the children.
Çocuklara bakmak zorunda kaldım.
She had the boys paint the house.
Çocuklara evi boyattı.
I was angry that she had deceived my children.
Çocuklarımı aldattığı için kızgındım.
I never knew you had children.
Çocukların olduğunu hiç bilmiyordum.
He had some money in an account that he'd set aside for his kids.
Çocuklarına ayırdığı bir hesapta biraz parası vardı.
