"I have to pee." "Jonny, that's not the right thing to say. Say, 'Excuse me. I need to go to the toilet.'"
"İşemek zorundayım." "Jonny, söylemek için bu doğru bir yol değil. Şöyle söyle, 'Affedersiniz. Tuvalete gitmem gerekiyor.'"
Excuse me, but I'm looking for the post office.
Afedersiniz, ama postaneyi arıyorum
Excuse me, but I didn't order this.
Affedersiniz fakat ben bunu ısmarlamadım.
Excuse me, but may I ask you something.
Affedersiniz fakat bir,şey sorabilir miyim?
Excuse me, but may I put my books here?
Affedersiniz fakat kitaplarımı buraya bırakabilir miyim?
Excuse me, but would you please open the window?
Affedersiniz fakat pencereyi açar mısınız?
Excuse me, but I think this is my seat.
Affedersiniz fakat sanırım bu benim koltuğum.
Excuse me, but aren't you Dr. White?
Affedersiniz fakat siz Dr. White değil misiniz?
Excuse me, but may I use the phone?
Affedersiniz fakat telefonu kullanabilir miyim?
Excuse me, but may I use your telephone?
Affedersiniz fakat telefonunuzu kullanabilir miyim?
Excuse me, but do you mind if ask your name?
Affedersiniz, adınızı sormamım sakıncası var mı?
Excuse me, but I feel sick.
Affedersiniz, ama hasta hissediyorum.
Excuse me, but where is the library?
Affedersiniz, ama kütüphane nerede?
Excuse me, but would you please tell me the way to the post office?
Affedersiniz, ama lütfen bana postaneye giden yolu söyler misiniz?
Excuse me, but may I open the window?
Affedersiniz, ama pencereyi açabilir miyim?
Excuse me, but might I use the phone?
Affedersiniz, ama telefonunuzu kullanabilir miyim?
Excuse me, what have you just said?
Affedersiniz, az önce ne dediniz?
Excuse me, could you please show me your driving licence?
Affedersiniz, bana sürücü belgenizi gösterebilir misiniz?
Excuse me, I'm coming through.
Affedersiniz, ben geliyorum.
Excuse me, I'm lost.
Affedersiniz, ben kayboldum.
Excuse me, I have to get off at the next stop.
Affedersiniz, bir sonraki durakta inmek zorundayım.
Excuse me, where am I on this map?
Affedersiniz, bu haritada neredeyim?
Excuse me, could you tell me where I can find this street?
Affedersiniz, bu sokağı nerede bulabileceğimi bana anlatabilir misiniz?
Excuse me, does this train go to Washington Square?
Affedersiniz, bu tren Washington Square'e gider mi?
Excuse me, do you mind if I sit here?
Affedersiniz, buraya oturmamın bir sakıncası var mı?
Excuse me, can you tell me how to get to Central Park?
Affedersiniz, Central Park'a nasıl gidebileceğimi bana söyleyebilir misiniz?
Excuse me, could you say that again more slowly?
Affedersiniz, daha yavaş bir şekilde tekrar söyler misiniz?
Excuse me. Where is the bakery?
Affedersiniz, fırın nerede?
Excuse me, could I get past?
Affedersiniz, geçebilir miyim?
Excuse me, may I come in?
Affedersiniz, içeri girebilir miyim?
Excuse me, would you mind repeating that?
Affedersiniz, sakıncası yoksa bunu yineleyebilir misiniz?
Excuse me, is there a toilet nearby?
Affedersiniz, yakında bir tuvalet var mı?
Excuse me, but is this the right way to the subway station?
Affedersiniz,ama bu metro istasyonu için doğru yol mu?
Excuse me.
Affedersiniz.
Excuse me. Do you speak English?
Affedersiniz. İngilizce konuşur musunuz?
Excuse me. What's your name?
Affedersiniz. Adınız nedir?
Excuse me. Can you direct me to the nearest subway station?
Affedersiniz. Beni en yakın tramvay istasyonuna doğru yönlendirebilir misiniz?
Excuse me. May I get through?
Affedersiniz. Geçebilir miyim?
Excuse me. May I get by?
Affedersiniz. Geçebilir miyim?
Excuse me. Who are you?
Affedersiniz. Siz kimsiniz?
Excuse me. Where are the eggs?
Affedersiniz. Yumurtalar nerede?
I cannot accept an excuse like that.
Öyle bir mazereti kabul edemem.
Excuse me, I think you're sitting in my seat.
Özür dilerim! Zannedersem benim yerimde oturuyorsunuz.
How did you come up with such a good excuse?
Böyle iyi bir bahaneyle nasıl geldiniz?
Excuse me! May I open the window?
Bakar mısınız! Pencereyi açabilir miyim?
Excuse me a minute.
Bana bir dakikanızı ayırın.
Will you excuse me for a moment?
Bana biraz izin verir misiniz?
Would you excuse me?
Bana izin verir misin?
Mr Gomez didn't excuse me for my mistake.
Bay Gomez hatam için beni bağışlamadı.
I have no excuse.
Benim hiçbir mazeretim yok.
I have an excuse.
Bir mazeretim var.
Will you excuse me for just a moment?
Biraz izin verir misiniz?
Will you excuse us for a moment?
Bize biraz izin verir misiniz?
It's an excuse.
Bu bir mazeret.
There is no excuse for such behavior.
Bu tür bir davranış için hiçbir gerekçe yoktur.
I won't excuse your mistakes again.
Bundan böyle hatalarına göz yummayacağım.
You always excuse your faults by blaming others.
Diğerleri suçlayarak her zaman hatalarını mazur görüyorsun.
I'll excuse your carelessness this time.
Dikkatsizliğinizi bu defa affedeceğim.
She made an excuse for being late.
Geç kaldığı için özür diledi.
He invented an excuse for being late.
Geç kaldığı için bir bahane buldu.
Excuse me for being late.
Geç kaldığım için özür dilerim.
At least being sick gives you the perfect excuse to stay home and watch movies.
Hasta olma sana en azından evde kalmak ve film izlemek için mükemmel bir bahane verir.
Please excuse my bad handwriting.
Kötü el yazım için lütfen beni bağışlayın.
Excuse me, but you're mistaken.
Kusura bakma ama hatalısın.
Please excuse me.
Lütfen beni affet.
Please excuse me for coming late.
Lütfen geç geldiğim için beni bağışlayın.
Please excuse my being late.
Lütfen geç kalışımı bağışlayın.
Please excuse me for being rude.
Lütfen kabalığım için beni affedin.
It doesn't matter what excuse he gives me, I can't forgive him.
Mazareti ne olursa olsun, onu affedemem.
What's your excuse?
Mazeretin nedir?
Excuse me for opening your letter by mistake.
Mektubunu yanlışlıkla açtığım için özür dilerim.
He gave an excuse about why he had been absent.
Niçin gelmediği hakkında mazeret bildirdi.
He will excuse me.
O beni affedecek.
He made up an excuse.
O bir bahane uydurdu.
That's no excuse.
O mazeret değil.
That's just an excuse.
O sadece bir bahane.
I cannot excuse her.
Onu affedemem.
I can't excuse her.
Onu affedemem.
I don't think there is any excuse for his behavior. At the same time, we should listen to what he has to say.
Onun davranışı için herhangi bir mazeret olduğunu sanmıyorum. Aynı zamanda, onun söylemek zorunda olduğunu dinlememiz gerekiyor.
His delay admits of no excuse.
Onun gecikmesi için bir muazeret yok.
There's no excuse for his delay.
Onun gecikmesi için hiçbir bahane yok.
There is no excuse for his delay.
Onun gecikmesi için hiçbir bahane yoktur.
Her excuse added up to nothing.
Onun mazareti hiçbir anlam taşımıyordu.
Excuse me, I have a request.
Pardon, bir ricam olacak.
Excuse me, where is the taxi stand?
Pardon, taksi durağı nerede?
My boss didn't excuse me for coming late to the meeting.
Patronum toplantıya geç gelmeme göz yummadı.
I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
Excuse us for the inconvenience.
Rahatsızlık için bizi affet.
Excuse me for interrupting you.
Sözünüzü kestiğim için bağışlayın.
Excuse my clumsiness.
sakarlığımı affet
Excuse me if I call you an asshole, but that's what I think you are.
Seni götkafa olarak gördüğüm için kusura bakma, ama senin ne olduğun için düşündüğüm bu.
