Don't let them in.
İçeri girmelerine izin verme.
I suggest you do your job and let me do mine.
İşini yapmanı ve benimkini yapmama izin vermeni öneririm.
People no longer consider it strange for men to let their hair grow long.
İnsanlar artık erkeklerin saçlarını uzatmalarına acayip olarak bakmıyorlar.
It wouldn't be right that I'd let you copy my work.
Çalışmamı kopyalamana izin vermem doğru olmazdı.
Make a good translation of the sentence that you are translating. Don't let translations into other languages influence you.
Çevirdiğiniz cümlenin iyi bir çevirisini yapın. Diğer dillere yapılan çevirilerin sizi etkilemesine izin vermeyin.
I'll ask around and let you know if I find anything out.
Çevredekilere soracağım ve bir şey bulup bulmadığımı sana bildireceğim.
I'll ask around and let you know what I find out.
Çevredekilere soracağım ve ne bulduğumu sana bildireceğim.
I don't like grilled fish, let alone raw fish.
Çiğ balık şöyle dursun,ızgara balıktan hoşlanmam.
Don't let the kid play with knives.
Çocuğun bıçaklarla oynamasına izin vermeyin.
Don't let children have their own way.
Çocukların başına buyruk olmalarına izin vermeyin.
They shouldn't let children swim in that river.
Çocukların o nehirde yüzmesine izin vermemeliler.
Don't let the children monopolize the television.
Çocukların televizyonu tekellerine almalarına müsaade etme.
Do you let your children drink coffee?
Çocuklarınızın kahve içmesine izin verir misiniz?
Tom clearly didn't intend to let that happen.
Açıkçası, Tom'un onun olmasına izin vermeye niyeti yoktu.
I'm going to open the wine and let it breathe.
Şarabı açacağım ve havalandıracağım.
The teacher let the boy go home.
Öğretmen çocuğu eve gönderdi.
The teacher let him go home.
Öğretmen onun eve gitmesine izin verdi.
Teachers should occasionally let their students blow off some steam.
Öğretmenler bazen öğrencilerinin stres atmasına izin vermeliler.
Please let me know if it hurts.
Acıyıp acımadığını bana bildir.
Oh, let me show you.
Ah, sana göstereyim.
Now let go.
Şimdi bırak.
Will you please let me go now?
Şimdi gitmeme izin verir misiniz, lütfen?
Now let me entertain you with music.
Şimdi sizi müzikle eğlendireyim.
The banshee let out a blood-curdling scream.
Ölüm perisi kan donduran bir çığlık sesi çıkardı.
People of Almaty, let us create a child-friendly city!
Alma-Ata halkı, haydi çocuk dostu bir şehir yaratalım!
Don't let me die.
Ölmeme izin verme.
I won't let you die.
Ölmene izin vermeyeceğim.
Did your uncle let you drive his car?
Amcan sana arabasını sürdürür mü?
My mother didn't let me wear a miniskirt.
Annem mini etek giymeme izin vermedi.
I can't believe your mom let you go.
Annenin gitmene izin vermesine inanamıyorum.
Tom would have become a boxer if his mother had let him.
Annesi ona izin verseydi, Tom bir boksör olmak isterdi.
Please let me know immediately if you would like to set up an area of the conference room for your products.
Ürünlerin için bir konferans salonu sahası kurmak istiyorsan lütfen bana hemen bildir.
He that is without sin among you, let him first cast a stone at her.
Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın.
Never take a blind man's arm. Let him take yours.
Asla kör bir adamın kolunu tutmayınız. O sizinkini tutsun.
I won't let you jump.
Atlamana izin vermeyeceğim.
I don't have a cent, let alone a dollar.
Bırak bir doları bir sentim bile yok
He can't run his own family, let alone a nation!
Bırak bir ulusu, o kendi ailesini idare edemez.
I was too exhausted to think, let alone study.
Bırak ders çalışmayı, düşünmek için bile bitik durumdaydım.
Please let us know if we can be of help in other ways.
Başka şekillerde size yardımcı olup olamayacağımızı lütfen bize bildirin.
Dad, will you please let me borrow the car?
Baba, lütfen arabayı ödünç almama izin verir misin?
My father doesn't let me drive a car.
Babam araba sürmeme izin vermez.
My father doesn't let me go out alone at night.
Babam geceleri dışarıya yalnız çıkmama izin vermez.
Her father never let her go to town with her friends.
Babası onun arkadaşları ile kasabaya gitmesine asla izin vermedi.
Drop me a line and let me know what you think.
Bana iki satır yaz ve bana ne düşündüğünü bildir.
Will you kindly let me have a look at it?
Bana kibar bir şekilde ona bir göz atmama izin verir misin?
Why didn't you let me know?
Bana niye söylemedin?
She didn't let me in on her secret.
Bana sırrını söylemedi.
I should probably let Tom sleep a little longer.
Belki Tom'un daha fazla uyumasına izin vermeliyim.
I'll let you know later.
Ben daha sonra sana bildireceğim.
I'll let you know if I find anything interesting.
Ben ilginç bir şey bulursam size bildiririm.
I let go of the rope.
Ben ipi bıraktım
I let down the rope.
Ben ipi indirdim.
I let the cat in.
Ben kedinin içeri girmesine izin verdim.
I can't let him alone.
Ben ona tek başına izin veremem.
I just want to let you know that I can't attend this afternoon's meeting.
Ben sadece öğleden sonraki toplantıya katılamayacağımı sana bildirmek istiyorum.
I just want to let you know that I think you're the most beautiful woman that I've ever seen.
Ben sadece senin şu ana kadar gördüğüm en güzel kadın olduğunu sandığımı sana bildirmek istedim.
I'll let you know my decision after I have consulted my solicitor.
Ben, benim avukatıma danıştıktan sonra, kararımı bildireceğim.
Don't let go of me.
Beni bırakmayın.
Don't let them get me.
Beni ele geçirmelerine müsaade etmeyin.
Don't let me become discouraged.
Beni hayal kırıklığına uğratma.
Don't let me down.
Beni hayal kırıklığına uğratma.
I knew you wouldn't let me down.
Beni hayal kırıklığına uğratmayacağını biliyordum.
You let me down.
Beni hayal kırıklığına uğrattın.
Don't let them forget me.
Beni unutmalarına izin verme.
I cannot let them catch me.
Beni yakalamalarına izin veremem.
I let you catch me.
Beni yakalamana izin verdim.
I don't know. Let me check.
Bilmiyorum. Dur da bakayım.
An Englishman, a Scotsman, an Irishman, a Welshman, a Gurkha, a Latvian, a Turk, an Aussie, a German, an American, an Egyptian, a Japanese, a Mexican, a Spaniard, a Russian, a Pole, a Lithuanian, a Jordanian, a Kiwi, a Swede, a Finn, an Israeli, a Romanian, a Bulgarian, a Serb, a Swiss, a Greek, a Singaporean, an Italian, a Norwegian, an Argentinian, a Libyan and a South African went to a night club. The bouncer said: "Sorry, I can't let you in without a Thai."
Bir İngiliz, İskoç, İrlandalı, Galli, Gurka, Leton, Türk, Avustralyalı, Alman, Amerikalı, Mısırlı, Japon, Meksikalı, İspanyol, Rus, Leh, Litvan, Ürdünlü, Yeni Zelandalı, İsveçli, Fin, İsrailli, Rumen, Bulgar, Sırp, İsviçreli, Yunan, Singapurlu, İtalyan, Norveçli, Arjantinli, Libyalı ve Güney Afrikalı bir gece kulübüne gitmişler. Kulüp fedaisi de: ''Üzgünüm, bir Taylandlı olmadan içeri girmenize izin veremem.'' demiş.
I'll let you know if anything comes up.
Bir şey olursa, sana bildiririm.
If you need anything, let me know.
Bir şeye ihtiyacın olursa, bana bildir.
I'll let you stay one night.
Bir gece kalmana izin vereceğim.
A lot of people look up to you. Don't let them down.
Birçok insan sizi örnek alıyor. Onları hayal kırıklığına uğratmayın.
Open the windows to let in some air.
Biraz hava girmesi için pencereleri açın.
I opened the window to let in some fresh air.
Biraz temiz havanın girmesine izin vermek için pencereyi açtım.
Somebody has let you down again.
Birisi seni tekrar yolda bıraktı.
Don't let me down like you did the other day.
Birkaç gün önce yaptığın gibi yüzümü kara çıkarma.
We let him keep the dog.
Biz onun köpek beslemesine izin verdik.
We will let him try.
Biz onun onu denemesine izin vereceğiz.
Don't let us down.
Bizi hayal kırıklığına uğratma.
If you're interested in going camping with us, please let me know as soon as possible.
Bizimle kampa gitmekle ilgileniyorsan lütfen bana en kısa sürede bildirin.
I'll let it go this time.
Bu defa gitmesine izin vereceğim.
Let this smoky air out of the room and let some fresh air in.
Bu dumanlı havanın odadan çıkmasına ve biraz temiz havanın içeri girmesine izin ver.
This house will let easily.
Bu ev kolayca kiraya verilir.
Don't let this chance slip by.
Bu fırsatın kaçmasına izin vermeyin.
I want to let this room to a student.
Bu odayı bir öğrenciye kiralamak istiyorum.
I will not let her escape this time.
Bu sefer kaçmasına izin vermeyeceğim.
This is a secret just between you and me, so don't let it slip out.
Bu seninle benim aramda bir sır, bu yüzden ağzından kaçmasına izin verme.
Don't let that stop you.
Bu sizi durdurmasın.
If this kind of music floats your boat, let me recommend a few other musicians you may want to listen to.
Bu tür müzik tekneni yüzdürürse, dinlemek isteyebileceğin birkaç müzisyen daha tavsiye edeyim.
Let's let the workers go home early today.
Bugün işçileri eve erken gönderelim.
I should never have let you do that by yourself.
Bunu tek başına yapmana asla izin vermemeliydim.
I suggest you let Tom handle this.
Bunu Tom'a halletmesine izin vermeni öneririm.
I can't let you do this.
Bunu yapmana izin veremem.